Gaye Cihad Olunca Cesur Komutan Tarık Bin Ziyad

Gaye Cihad Olunca Cesur Komutan Tarık Bin Ziyad

Yıl: Hicri 82... Yer: İspanya Çırpınan dalgalar, çığlıklanan martılar ve yosun kokan rüzgar... Ülkenin gemiye ve gemiciye hasret körfezlerinden birine (El-Büheyra) 4 yelkenli demir atar. İnce zırhlı, ak sarıklı savaşçılar sessiz sedasız sandallara biner kumsala ulaşırlar.

Genç komutan son kayığın da yükünü boşaltmasını bekler ve gemicileri "gerisin geri" Tunus'a yollar. Kaptanlar üç beş tayfayla yelken açar, gitgide ufalır ve yok olurlar.

Askerler içinde "ama... Fakat..." diye fısıldayanlar çıkar. Tarık gür ve kararlı bir sesle "kardeşlerim!" der, "farz edin ki gemiler yandı. Artık dönüşümüz yok, önümüz düşman, arkamız derya. Bu yarımadada cimrilerin sofrasındaki yetimler gibiyiz, ancak gün gelecek bizden sorulacak. Biliyorum bu kolay bir şey değil ama size de çile ve sabır yaraşır. Eğer küffara ölümüne saldırmazsak, cesaret kazanır, bizi boğmaya kalkarlar. Benim durumum da sizden farklı değil, ancak sıkıntılara katlanmazsak meyvelerini toplayamayız. En ucuz malın can olduğu bu pazarda kendimi sakınmayacağım. Savaşta, sizden önde olacak, fırsatını buldum mu ordugâha dalacağım. Eğer hedefe varamadan şehit olursam, içinizden birini komutan seçip etrafında toplanın. Halifemiz bu güç görevi size verdi, güvenini boşa çıkarmayın. İnanın tarih kitapları sizi yazacak, asırlarca anılacak ve duâ alacaksınız. Size iki kelimelik bir nasihatim var: Cihaddan ayrılmayın!.."

Bu hitap mücahidleri çok heyecanlandırır, o hızla Carteya ve Algeziras (El-cezire) kentlerini alırlar. Kral Rodriguez olup biteni duyunca çok kızar, muazzam bir ordu toplayıp üstlerine yürür ve hiçbir anlaşma teklifine yanaşmaz. Mücahidlerin sayısı aldıkları takviyeye rağmen 12 bine varmaz. Buna rağmen yılmaz, yıkılmaz, barbarlıkları ile tanınan Vizigotları Rio Barbeta'da (Vadi-i Lekke) karşılarlar. Üzerlerine gelen ordu yüz bini aşmış kimin umurunda? Tam yedi gün dayanıp hasımlarını yorar, sekizinci gün ok gibi merkeze saplanırlar. Târık bin Ziyâd tahtırevanlara kurulan Kral Rodrik'e ulaşır ve muhafızların şaşkın bakışları arasında adamı paralar. Vizigotlar donar kalır, ipi kopmuş kolye gibi dağılırlar. Ziyad oğlu Tarık, panikleyen düşmana nefes aldırmaz, ayakta kalanları bitirinceye kadar kovalar. Reyyo, Gırnata ve Tuleytula'ya (Toledo) sancağı asar, 3.5 asırlık Got hakimiyeti çatırdamaya başlar.



Tarık bin Ziyad'ın Cebelitarık Boğazı'na adı verilmiştir. Arapça'da "cebel" dağ demektir. Cebel-i Târık, "Tarık'ın dağı" anlamına gelmektedir.

Durun denmese...

Musa bin Nusayr ise, Şuzûne ve Karmûne şehirlerini alarak Kurtuba yolunu açar. İşbiliyye, Marida, Orihuela hattında fethetmedik belde bırakmaz. Mücahitler, Rodrik'in sarayına girince pencereyi açar. Ayakları altında yayılan Toledo kentine ibretle bakarlar. Bir yanda bahçeler, kasrlar öte yanda karakollar, zindanlar. Kralın yalakaları saraylarda ağırlanır, âsiler dehlizlere tıkılırlar. Peki arası? Siyah, ya da beyaz... Burada gri bulunmaz! Tarık bin Ziyad, Medinetü'l-Mâide'de (Sofra Şehri'nde) Süleyman Aleyhisselam'ın sofrasını ele geçirir ki yeşil zümrütten yapılan sofranın inci, mercan ve yakutla bezeli 360 ayağı vardır, iri iri elmaslar göz kamaştırır.

Sıra Fransa'da

Sonra Musa bin Nusayr'la birlikte Saragoza'yı alırlar. Tarık önden gidip kapıları kırar, Musa bin Nusayr fethi tamamlar. Bu ikili bir anda Barcelona'ya varırlar. Ancak yıllardır sırtı yatak görmeyen askerler mızıldanmaya başlar, yoksa bu hızla Roma kapılarına dayanmaları sürpriz olmaz. Düşünün sadece iki yıl içinde Pireneler'i aşar, Fransa'ya sarkarlar.

Halife Velid bin Abdülmelik koca İspanya'nın bu kadar kolay ele geçmesini anlayamaz, haliyle tuzağa düşmekten korkar. Musa bin Nusayr ve Tarık bin Ziyad'ı Şam'a çağırıp vaziyeti sorar. Onlar da olup biteni anlatırlar. Başkentteki kurmayların kanaati "durmasını bilmek" hususundadır ve cenge "şimdilik kaydıyle" nokta koyarlar.

İkisinin de gönlü İspanya'da kalır ama bir daha oralara dönmek nasip olmaz. Hele Halife değişince Avrupa programı büsbütün aksar. Musa bin Nusayr hacca niyetlenir ve Medine civarlarında (Vadi-yi kur'a'da) vefat eder. Onu münevver beldede toprağa bırakırlar. Kendi halinde bir hayat süren Tarık bin Ziyad ise Şam'da yatar. (H. 88)

Sultan Abdurrahman

Bundan 30 yıl kadar sonra dizginleri ele geçiren Abbasiler, Emevi Hanedanının adeta dibini kazırlar. Ancak ailenin gençlerinden Abdurrahman bin Muaviye, kız kardeşi ve azadlı kölesi Bedr'le birlikte önce Filistin'e sonra Mısır'a kaçar. Yanında hatırı sayılır bir servet taşır, kaldı ki ayaklarını bastığı yerde devlet kuracak kalite ve çaptadır. Bu yüzden valiler teyakkuza geçer onu yakalayabilmek için her tedbiri alırlar. Özellikle Abbasilerin Afrikiyye Valisi El-Fihri tuzak üstüne tuzak kurar. Lakin Abdurrahman bunları atlatır, Fas'a, derken Kurtuba'ya ulaşır ve İspanya'ya yerleşen Yemenlileri etrafında toplar. Son derece sistemli ve planlı hareket eder, taraftar kazanmaya bakar. Nitekim "Endülüs Emevi" gibi iz bırakan bir devlet kurar. Peki ufak tefek ayaklanmalar? Elbette çıkar ama sertlikten ziyade şefkatle hareket eder ve kanına kast eden düşmanlarını bile bağışlar. Kısa bir süre içinde iç birliği sağlar ve Frank Kralı Şarlman'ı sıkıştırmaya başlar.

Ondan sonra adları genellikle Abdurrahman, Hakem ve Hişam olan 15 Sultan gelir ve Endülüs Emeviler 275 sene İspanya'ya ve Portekiz'e hakim olurlar...

Ahmet Sırrı Arvas

Yorum Gönder

0 Yorumlar