uyandırmamak için ayağının ucuna basa basa dışarı çıktı. Dışarı da tarlalar uykudan yeni uyanmaktaydılar ve güneşin ışığı cordil lera' nın doruklarını hançer vuruşlarıyla kesip biçiyordu. Toprağı ısıttıkça buharlaşan çiğ tanelerinin yarattığı hafif beyaz köpük bütün çizgileri silikleştirerek her yeri büyülü bir rüyaya döndü rüyordu. Blanca ırmağa yöneldi. Her yer henüz sepsessizdi. Adımları kuru yapraklarla dalları çiğnedikçe çıkan çıtırtı o uyku lu uçsuz bucaksızlığın içindeki tek sesti. Genç kıza öyle geldi ki şu gür pürçümlü çayırlarla altın renkli buğday tarlaları, duru sa bah göğüne doğru yitip giden mor dağlar çok eski bir anının, da ha öncelerde, işte tıpkı böyle bir anda görmüş olduğu bir şeyin parçasıdır. Bu dakikayı daha önceki bir yaşamda da yaşamıştı sanki. Geceleyin incecikten yağmış olan yağmur toprağı, ağaçları sırılsıklam etmişti. Blanca'nın giysileri hafifçe nemli, ayakkabıla rı soğuk geliyordu. Islak toprağın, çürümüş dal ve yaprak yığın larının kokusunu içine çekmek bütün duyularında bilmediği bir zevk uyandırıyordu. Blanca ırmak kıyısına vardı ve çocukluk arkadaşını sayısız kereler buluşmuş oldukları yerde otururken buldu. O yıl Pedro Tercero, Blanca kadar çok büyümemişti; hep o şiş göbeği ve kara gözlerindeki ihtiyar adam bakışıyla gene eskidenki ince, esmer çocuktu. Blanca'yı görünce ayağa kalktı ve kız kendisinin ondan hiç değilse yarım baş daha uzun olduğunu kestirdi. İlk olarak bir birlerine karşı bir yabancılık duyarak şaşkınlıkla bakıştılar. On lara sonsuz gibi gelen bir zaman boyunca kıpırtısız durdular, ara larındaki değişikliklere, yeni ortaya çıkan uzaklıklara alışmaya çalıştılar. Derken bir serçe cıvıldadı ve her şey bir yaz önceki du rumuna döndü. Gene iki çocuk oldular, sarmaşan, koşuşan, gülü şen, birbirlerini yere devirerek çakıl taşları üzerinde yuvarlanan iki çocuk. Birbirlerinin adını söyleyip duruyorlardı; birbirlerine yeniden kavuştukları için coşkun bir sevinç içindeydiler. Sonun da yatıştılar. Blanca'nın saçları kuru yapraklar içinde kalmıştı; Pedro Tercero birer birer ayıkladı bunları. "Gel, sana bir şey göstermek İstiyorum," dedi. Onu elinden tuttu. Dünyanın uykudan uyanışının tadını çı kara çıkara yürümeye başladılar. Çamurların içinde ayaklarını sürüyerek, taze yeşil filizler koparıp emerek, birbirlerine bakıp konuşmaksızın gülümseyerek uzaktaki bir tarlaya vardılar. Gü152" (Isabel Allende – Ruhlar Evi)
Türkçe,İsabel Allende,Ruhlar Evi, bayramcigerli.blogspot.com,
Roman ve Hikayeler,Bayram Cigerli,
0 Yorumlar