"benim yanıtlarımın kopyalarını yırtarak parça parça ettim. Giysilerimi, kağıtlarımı, altın dolu olan küçük çuvalım, bavuluma tıktım; sonra gidip işçi başını bularak kayıt defterimle deponun anahtarlarını teslim ettim. Katır sürücüsü beni trene götürmeyi önerdi. Hemen hemen bütün gece hayvan sırtında yol aldık. Buz gibi sise karşı yalnızca ince İspanyol battaniyelerine sarınmış olarak o sonsuz çölde salyangoz hızıyla ilerliyorduk. Ereğe varabilmemizin tek güvencesi yol gösterenimin içgüdüle riydi, yoksa nerede olduğumuzu belirleyen tek bir: işaret yoktu. Gece duru, bol yıldızlıydı. Soğuğun kemiklerime işlediğini, kanı mı dondurduğunu, ruhuma sızdığını duyumsuyordum. Rosa'yı düşündükçe beyinsiz bir şiddetle ölümünün doğru olmamasını istiyor, inşallah korkunç bir yanılgıdan başka bir şey değildir, di ye Tanrıya yalvarıyor, benim aşkımın etkisiyle dirilerek Lazarus gibi ölüm döşeğinden kalkması için dua ediyordum. Acıma ve buz soğukluğundaki geceye gömülmüş, için için ağlayarak çok ağır yürüyor diye katıra, kara haberi ileten Ferula'ya, öldü diye Rosa'ya, onun ölmesine izin vereli diye Tanrıya lanet okuyor dum: Sonunda ufuk ağardı, yıldızın solduğunu, şafağın ilk renk lerinin belirerek çevreyi kırmızı ve portakal renklerine boyadığı nı gördüm. Günün ağarmasıyla gücüm de biraz yerine geldi. Ba şıma gelen felaketi kabullenmeye başladım. Artık onun dirilmesi ne dua etmek yerine, gömülmesinden önce yetişip onu son bir kez görebilmeyi diliyordum. Hızımızı artırdık, bir saat sonra ka tır sürücüsü o küçücük tren İstasyonunun önünde benden ayrıl dı, ben de iki yılımı geçirdiğim çölü uygarlığa bağlayan dar loko motifli trene bindim." (Isabel Allende – Ruhlar Evi)
Türkçe,İsabel Allende,Ruhlar Evi, bayramcigerli.blogspot.com,
Roman ve Hikayeler,Bayram Cigerli,
0 Yorumlar