hastanede çalışmayı da sürdürüyordu. Alba'ya anlattığına göre hastalar arasında açlıktan bitkin durumda olanlar vardı. "Tutukluların, yitiklerle ölmüşlerin aileleri yiyecek bulamı yor. İşsizler de öyle. Günaşırı bir sahan darı lapasını zor görü yorlar. Çocuklar öyle yetersiz besleniyor ki okulda uyuyakalı yorlar." Çocuklara okulda sütle kraker verme programı kaldırılmış tı, evdeyse anneler yavrularının açlığını bardak bardak çayla ya tıştırmaya çalışıyorlardı. Amanda, "Yardım eli uzatanlar yalnızca papazlar," diyordu. "İnsanlar gerçeği öğrenmek istemiyorlar. Kiliseyse aş ocakları kurmuş; haf tanın altı gününde yedi yaşından küçük çocukların karnını doyu ruyor. Yetmez elbet. Günde bir kez bir tabak mercimek ya da patates yiyen her çocuğa karşılık beş çocuk açıkta kalıyor, çünkü hepsine yetecek kadar yemek yok." Alba gene eski günleri, ninesi Clara'nın adalet yerine inayet dağıtmak amacıyla Misericordia Semtine gittiği çağlara dönmüş olduklarını anlıyordu. Şu var ki şimdi İnayete yan gözle bakıl maktaydı. Ne zaman bir paket pirinç, bir kutu süttozu istemeye, arkadaşlarının evine gitse ilk seferinde onu geri çevirmeyi kimse nin göze alamadığını ama sonradan ondan kaçındıklarını Alba al gılamıştı. Önceleri Blanca ona yardım etti. Alba çarşıda Baltık pavuryası ve İsviçre çikolatası satılırken artık düpedüz un ve ku rufasulye yığınağı yapmaya gerek kalmadığını ileri sürerek anne sinin kiler anahtarını kolayca elde etti. Bu sayede papazların mutfaklarına bir süre malzeme sağlamayı başardı. Günün birinde annesini aş ocaklarından birine götürdü. Blanca o uzun, cilasız tahta masanın iki yanında yalvaran gözlerle yemek bekleyen iki sıra çocuğu görünce ağlamaya başladı ve birkaç gün başı çatlaya cak gibi ağrıdı. Ona kalsa ağlaması hiç dinmeyecekti ya, kızı onu kalkıp giyinmeye, kendini unutarak yardım aramaya -babasının ev bütçesinden kısıntı yapmak pahasına da olsazorladı. Senatör Trueba bu konuyu tartışmaya yanaşmıyordu. Kendi sınıfından olan herkes gibi o da tutukluların ve işkencenin varlığını yadsıdı ğı şiddetle açlığın varlığını da yadsıyordu. Yani Alba ona güvene mezdi. Sonradan, annesine de güvenemez olduğunda daha aşırı yollara başvurmak zorunda kalacaktı. Dedesinin gittiği en uzak yer kulübüydü. Kentin eteklerine, teneke mahallelerine gitmek 387" (Isabel Allende – Ruhlar Evi)
Türkçe,İsabel Allende,Ruhlar Evi, bayramcigerli.blogspot.com,
Roman ve Hikayeler,Bayram Cigerli
0 Yorumlar